Oldum olası çok şeyler yapmak,
başarmak istemişimdir. Çok yoğun olmasa da yoğun denilebilecek bir üniversite
hayatı geçirdim. Daha üniversiteye gitmeden önce sadece üniversite okumanın
yeterli olmayacağını ve üniversite okurken bir yandan kendimi geliştirecek
çeşitli faaliyetler yapmam gerektiğini düşünerek tercihlerde bulundum. Bu
gideceğim il ve bölüme kadar kararımı değiştirdi. Gideceğim ilde İslami
ilimleri tedris etmeyi öncelik olarak belirledim. Ancak dönüm noktalarımdan
birisi üniversiteyi İslami ilimler ile alakalı olmayan bir bölüm seçmemdi.
Gündüzleri üniversiteye giderek matematik dersleri alıyor. Okuldan döndüğümde
ise yaklaşık 3 saat kadar İslami ilimler ile alakalı dersler alıyordum. Bu
yoğunluk derslerin verimini düşürse de içimdeki o isteğin sonucu olarak
bunların yanında bir de ilahiyat okuyordum. Ama daha fazlasını yapabilirdim.
Matematikten dersler vermeye başladım. Böylelikle boş olan hafta sonlarımda
dolmuş oluyordu. Daha ne yapılabilir derken ilgi alanım olan bilgisayarlar
içerisinde kendimi ticaret yaparken buldum. Ufak çaplı alıp satmaların peşinden
ciddi manada zaman ve emek harcadığım bir uğraş haline geldi. Aynı anda hem
ders alıyor hem ders veriyor hem ticaretle uğraşıyordum. Ama herkes gibi gün
benim içinde 24 saatti. Belki tüm bunların hepsinin hakkını vermek mümkün
olabilirdi ama tembelliğimiz de buna eklenince çok yoğun bir dört yılı çok da
verimli olmayan bir şekilde geçirdim. Kağıt üzerinde iki diplomam vardı
hikayenin sonunda. Hem matematik öğretmenliği hem de ilahiyat okumuştum. Hatta
çevremde medrese okumuş olarak biliniyorum. Hatta ve hatta laptop alıp satan
biri olarak…
O yıllar içerisinde bir
bölünmüşlük ve verimsizlik eksikliği olduğunu hissediyordum elbet. Ne
üniversitede nede devam ettiğim ders halkasında çok parlak bir öğrenci
değildim. Ama aradan yıllar geçip geriye dönüp bakınca çok daha iyi analiz
ediyor insan. Çok şey yapmak isteyen ama hiçbir şey yapamayan bir genç…
Düşünüyorum, eğer sadece
matematik öğretmenliği okusam ve gerçekten bu alana yönelsem çok daha iyi bir
matematikçi olabilirdim. Devlete atanmayı çok dert yapmayacak kadar, çünkü
öğrencilik yıllarımda dahi ders veriyordum. Ya da sadece İslami ilimler ile
meşgul olsaydım, ki en hayırlısı bu olurdu zannımca, gerek İslami ilimler gerek
Arapça bilgisi gerekse hafızlık gibi bir nimet. Hepsine ulaşmak mümkün
olabilirdi. Veyahut sadece ticaretle uğraşsaydım, o yıllardaki kazancıma
bakarak konuşursam şuan bir devlet memurundan daha çok kazanıyor olurdum.
Geçmiş değişmez elbet ve Peygamberimizin(sav) buyurduğu gibi keşke
şeytandandır. Ama geçmiş hatalarımızdan ders almalıyız değil mi? Aynı hataları
tekrar tekrar yapmak Müslümana yakışmaz. Yukarıdaki bilgileri bu sebeple
aktardım. Belki aynı hatalara düşen arkadaşlara ufak bir yardımı dokunur.
Lisedeyken bir arkadaşım şiir
yazardı. Şiirleri elbette dört dörtlük değildi ve arkadaşlar bazen takılırlardı,
gülerdi bu şiirlere. Bazen okuldaki arkadaşlarımıza da şiirler yazardı. Bir gün
okuldaki arkadaşlar da şakalaşmak babından toplanıp ona bir şiir yazmışlardı. Bunun
üzerine o da bir şiirle karşılık vermişti. Bir kısmı hala ezberimdedir.
“Bin
yarım adam bir tam adam etmez
Sizin şiirleriniz beş para etmez…”
İşte bu şiir bu yazının ana
fikrini oluşturuyor. Bin yarım adamın bir tam adam etmeyeceği. Bununla alakalı olarak
istifade ettiğim ve çevremde çokça tavsiye ettiğim bir kitap olan İrade
Terbiyesinden (Jules Payot) bir alıntı yapacağım:
“İşte size çok sık
karşılaşılan bir tembellik örneği. Bu kişi nadiren boş durur. Gün boyunca,
Brunetiere'in Racine üzerine yazdığı birkaç makalesini, jeolojiyle ilgili bir
yazıyı okur. Birkaç gazeteye göz atar, bazı ders notlarına bakar,
kompozisyonuna göz gezdirir, birkaç satır da tercüme yapar. Bir saniye bile boş
kalmamıştır. Değişik alanlara el atması ve çalışkanlığı arkadaşları tarafından
hayranlıkla karşılanır. Ama biz kendisini tembel olarak nitelendiririz.
Psikolojik açıdan bu gencin,
çeşitlilik içeren çalışmaları spontane dikkatinin zengin olduğu anlamına
gelebilir ancak iradi dikkatten çok uzaktır. Bu farklı alanlara ilişkin sözde
çalışma, irade zayıflığından başka bir şey değildir. Bu öğrenci bize, çok sık
karşılaşılan dağınık tür olarak adlandırdığımız bir tembellik örneği sunar. Bu
zihin dağınıklığı eğlenceli bir durum gibi olsa da sadece bir gezintiden
ibarettir. Nicole bu durumu şuraya, buraya amaçsızca konan sineğe benzetiyor.
Fenelon ise muhteşem bir benzetmeyle şöyle ifade ediyor; rüzgarlı bir odada
yanan mum.
Bu dağınık eforun en kötü
tarafı hiçbir tesirin kalıcı hale gelmemesidir.”
Bu konuyla alakalı çok şey yazılıp
söylenebilir elbette. Son olarak şu şekilde toparlayayım. Bizler çalışkan,
gayretli ve yüksek hedefleri olan kimseler olmalıyız. Ancak önce kendimizi
tanımalı, gücümüzü eforumuzu ona göre bölmeliyiz. Alanımızda uzman parmakla
gösterilen kimseler olmalıyız. Çok şey yapmak istersen hiçbir şey yapamadan
gençliğimizi heba etmemeliyiz. Rabbim ömrümüzü verimli bereketli eylesin. Kalan
ömrümüzü geçen ömrümüzden hayırlı ve verimli kılsın. Bizlere rızasını
kazandıracak hayır kapıları açmayı nasip eylesin. Dua eder dua bekleriz.
22.09.2022