Ümmet coğrafyası… Bu başlığı okuduğunuzda içinizden Doğu Türkistan’ı, Filistin’i veya Arakan’ı geçirmiş olabilirsiniz. Bende bu konuda bir yazı kaleme almak istediğimde ilk aklıma gelen bu ülkeler oldu. Evet, elbette bu coğrafyalar bizim kanayan yaralarımızdır. Çünkü bizler ülke sınırlarımızı Hasan el Benna’nın da dediği gibi ırklar ile değil din ile çizeriz. Bizden binlerce kilometre uzakta olsalar dahi zulme uğrayan bir Müslümanın yanında oluruz. Olmalıyız en azından öyle değil mi? Maalesef ümmet bilincini yitirmiş bir topluma dönüştük. Değil kilometrelerce ötesi dibimizdeki kapı komşumuza bile bu gözle bakamaz olduk. Konu uzun belki bu konuya ayrıca değinmek gerekebilir. Ancak bu yazıda değinmek istediğim husus başka. Peygamber sav bir hadisi şeriflerinde:
“Muhakkak ki, bu
iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere
ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi
aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte
aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür.”[1] buyuruyorlar.
Ekte paylaştığım görselde dünya haritası üzerinde dinimizin yoğunluk haritasını
görüyorsunuz. Peygamber sav buyurduğu gibi bu din kıldan yapılmış çadırlara
kerpiçten yapılmış evlere de her yere ulaştı. Resulünün vaadini gerçekleştiren
Allah Teâlâ’ya hamd olsun.
Ümmet coğrafyamıza baktığımız zaman Müslümanların hep ezilen ve zulme uğrayan kimseler olduğu inkâr edilemez bir gerçek elbette. Bu mesele hakkında ayrıca bir şeyler yazmak lazım ancak bu yazımızda, ümmet coğrafyası denildiğinde içimizi karartan düşüncelerin yanında içimizde bir umut yeşersin istiyorum. Çünkü peygamber efendimiz (sav) yine başka hadisi şeriflerinde bu din hâkim olmadan kıyametin kopmayacağını da haber veriyor. Öyleyse peygamberimizin (sav) sözleri yine gerçekleşecektir. “Benim ümmetimden bir taife kıyamet kadar Allah yolunda cihat etmeye devam edecek”[2] buyuruyor peygamber efendimiz. Evet bu din Allah Teâlâ’nın takdir ettiği şekilde tüm dinlere üstün olacak inşallah. Bu tren hedefe varacak. Bizlere düşen o trenin içinde yer alabilmektir. Rabbimiz Nur suresinde şöyle buyuruyor:
“Allah, içinizden iman edip makbul ve güzel işler
işleyenlere kesin olarak vaat buyurur ki: Daha önce müminleri dünyada hâkim
kıldığı gibi kendilerini de hâkim kılacak, kendileri için beğenip seçtiği İslâm
dinini tatbik etme gücü verecek ve yaşadıkları korkulu dönemin arkasından,
kendilerini tam bir güvene erdirecektir. Çünkü onlar, yalnız bana ibadet edip
hiçbir şeyi bana şerik yapmazlar. Artık bundan sonra kim küfrana saparsa, işte
onlar yoldan çıkıp Allah'a karşı gelmiş olurlar.”[3]
Bu müjde alemlerin
rabbi olan Allah Teâlâ tarafından bizlere verilmiştir. Daha önce atalarımızı
yeryüzüne hâkim kıldığı gibi bizler de iman edip iman iddiamızda samimiyetle
durur isek bizleri tekrar yeryüzüne hâkim kılacağını zulme uğradığımız, kısık
sesler olarak kaldığımız şu dönemden bizi tam bir güvene erdireceğini bizzat
Rabbimiz ifade etmektedir. Bizler rabbimizin arzu ettiği davranışları göstermez
isek ne rabbimize ne de dinimize bir zarar veririz. Zarara uğrayan ancak bizler
oluruz. Çünkü rabbimiz yine başka bir ayeti kerimelerde şöyle buyuruyor:
“Eğer topyekûn seferber olmazsanız, Allah
sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz
savaşa çıkmamakla Onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye
kadirdir.” [4]
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin
ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı
severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah
yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın
dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.”[5]
Bizleri götürüp
yerimize Allah Teâlâ uğrunda mücadele eden, Hakkı tutup kaldıracak bir nesil
yaratmak Allah Teâlâ’ya zor değildir.
Tüm bunları şunun
için söylüyorum. Biz son iki asrın vermiş olduğu itilme hor görülme ve sürekli
zulme uğramanın vermiş olduğu psikoloji ile dinin hâkim olacağına olan
inancımızı yitirdik. Bu inancımızı yenilemeye Allah Teâlâ yolunda tekrar cehdü
gayret göstermeye ihtiyacımız var. İslam’ın yegâne kurtuluş olduğunu İnsanlara
duyurmaya dirilişin ancak İslam ile mümkün olduğunu insanlara aktarmaya
ihtiyacımız var. Ümmet coğrafyası bizi kederlendirip üzdüğü gibi bize ümit ve
inanç aşılamalıdır. Bugün teknolojik ekonomik askeri ve siyasal anlamda İslam
düşmanlarından geride olsak da rabbimizin şu buyruğuna olan inancımız hiç
sönmemelidir. "Allah'ın izniyle büyük bir topluluğa
galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle
beraberdir."
Öyle ki teknoloji
askeri ve sayı bakımından düşmanlarından kat ve kat geride olan Bizanslıların
ifadesiyle baldırı çıplak Araplar(!) dönemin süper gücü Bizans’a Bizanslılar
100000 kişi oldukları halde 3000 kişiyle çıkarak onları hüsrana uğratmamışlar
mıdır? Bu ümmet iman ve inancını yitirmediği sürece, dinlerini hayatlarının her
safhasına hâkim kılma gayreti içerisinde oldukları sürece şartlar ne olursa
olsun Mute Zaferi kazanmaya muktedirdir. Üzerimizden ümitsizliği ve ataleti
atalım. Ümmeti Muhammed’in yorulmak bilmeyen davasına sonuna kadar inanan genç
yiğitlere ihtiyacı var.
11.10.2021
[1] (Ahmed b. Hanbel, Müsned,
4/103; Taberani el-Kebir, 20/254, h.no: 601)
Heysemi, bu hadisin senedinden geçen ravilerin sahih olduğunu
bildirmiştir. (Mecmau’z-zevaid, h.no: 9807)
[2] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, 3/345, 384; İbn Hibbân, Sahih, 6819; Ebu Yaİâ, Müsned, 2078.
[3] (Nur,
24/55)
[4] (Tevbe, 9/39)
[5] (Maide,
5/55)