İnandığımız gibi yaşamamak.
İnandığımız gibi yaşamazsak yaşadığımız gibi inanmaya
başlarız evet çok doğru ancak bu evreye gelinen süreçte inandığımız gibi
yaşamadığımız için içten içe bizi rahatsız eden nefs-i levvamemiz[1]
var.
Cennet ve cehenneme iman etmemize rağmen, cennetten
uzaklaştıran cehenneme çağıran amellerle meşgul olmamızın verdiği huzursuzluk biz
farkında olmasak da mutluluğumuza engel. Rabbimizin razı olacağı işlerle meşgul
olmadığımız için rabbimizin bizimle beraber olmayışını
hissetmemiz mutluluğumuza engel.
Bizler, rabbimize firar etmemiz gerekirken[2]
rabbimizden firar etmenin verdiği huzursuzluğu, gönül daralmasını yaşıyoruz.
Halbuki şu sinelerimizde taşıdığımız doyumsuz gönüllerimizin ancak onun
zikriyle tatmin olacağını bilmemize rağmen.
“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura
kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”[3]
Bu ve benzeri ayeti kerimelere (farkında olarak veya
olmayarak) kulak tıkamanın, gereken hassasiyeti göstermememizin bir neticesi
olarak geçici mutluluklara kanıyoruz. Hayalimiz olan eve, arabaya, işe, maddi
imkanlara sahip olunca en mutlu insanın biz olacağını zannediyoruz. Tüm bunlara
ulaşmak için ihmal ettiğimiz dinimiz, ibadetlerimiz ve düştüğümüz haramlar
içten içe mutluluğumuzu çalıp götürüyor.
Fakirler mutluluğu zenginlikte, bekarlar evlilikte arıyor. Kim
neye sahip değilse mutluluğa ona erişince kavuşacağını zannediyor. Oysa burası
dünyaydı. Nereye gidersek gidelim, nereye varırsak varalım varamadığımız
ulaşamadığımız yerde olacaktık…
Sanki Talut’un ordusunun karşılaştığı nehir şu dünya. Kanaat
etmeyenlerin, emre itaat etmeyenlerin suyu doya doya içmeleri sebebiyle susuzluklarının
daha da artması ve nihayetinde çok su içmekten helak olmaları gibi. Bir avuç
daha bir avuç daha derken kendine çekiyor dünya bizleri.
Yukarıda zikrettiğim üzere tüm bunlar nefsimde tecrübe
ettiğim hususlardır. Ve rabbimize yönelmedikçe hatta tebettül[4]
makamına ulaşmadıkça tam anlamıyla mutlu olamayacağım, olamayacağız. Kur’an’daki
cehennemden bahseden ayeti kerimler haramlarla iştigal ettiğimiz sürece
bağrımızı ayrı bir yakacak, cennete kavuşmak için yarışmadıkça cennetten
bahseden ayetler ona kavuşamamak korkusuyla sevincimizi kursağımızda bırakacak.
Ğaşiye suresinde bahsi geçen kimselerin akibetini düşünelim:
“O gün birtakım yüzler zelildir(başları öne eğilir),
durmadan çalışmışlar, (fakat boşuna) yorulmuşlardır, kızgın ateşe girer. Onlara
kaynar su pınarından içirilir. Onlar için kuru dikenden başka yemek yoktur, o
ise ne besler ne de açlığı giderir.”[5]
Dünyada iken çalışmışlar ancak boşa yorulmuşlar, çabaları
emekleri yorgunluklarını artırmaktan başka hiçbir işe yaramayan kimseler…
Neuzubillah. Bu duruma düşmekten sana sığınırız ya rabbi!
Sen bizi muhafaza eyle.
Gece-gündüz çalışmışlar, yememiş-içmemiş biriktirmişler
ancak boşa yorulmuş insanlar…
Dünyada da ahirette de mutlu olamayacak olan zavallılar…
Oysa hem dünya hem ahiret saadetinin formülü mevcuttu kulak(gönül) verseydik yüce Kur’an’a:
“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedî olarak
kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel
köşkler va’detti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte
bu büyük başarıdır.”[6]
“İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar.”[7]
“Allahım! Seni anmak, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk
etmekte bize yardım et!”[8]
Selam ve dua ile
3.12.2024
2 Cemaziyelahir 1446
[1] Nefs-i
levvâme; yaptığı kötülüklerden, Allâh’ın emir ve yasaklarına karşı
gösterdiği ihmâl ve kusurlardan pişmanlık duyarak vicdânı muazzeb olan ve bu
sebeple de kendisini şiddetle kınayan nefstir.
[2] Zariyat 50.
[3] Rad 28.
[4] Sözlükte
“kesilmek, kopmak, uzaklaşmak” anlamına gelen tebettül kelimesi,
Kur’ân-ı Kerîm’de “kişinin her şeyden uzaklaşarak kendini tamamen Allah’a
vermesi ve bütünüyle O’na yönelmesi” mânasında kullanılmıştır (el-Müzzemmil
73/8).
[5] Ğaşiye
2-7.
[6] Tevbe 72
[7]
Mutaffifin 26
[8] Ebû
Dâvûd, Vitr 26; Nesâî, Sehv 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 30